Yrd.Doç.Dr.Nurdan ŞAFAK bu çalışmasında, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşlarla sarsıldığı 20. yüzyıl başlarında artan yetim çocuk sayısına karşı geliştirilen kurumsal çözüm olan dârüleytamlar ele alır Yazar, yalnızca kurum tarihine değil, çocukların gündelik yaşamlarına, eğitimlerine ve bireysel hikâyelerine odaklanarak önemli bir boşluğu doldurur.
1914’te Maarif Nazırı Şükrü Bey’in teklifi ve Enver Paşa’nın desteğiyle kurulan ilk dârüleytam, İstanbul Bebek’te Said Halim Paşa’nın yalısında faaliyete geçmiştir. Bu kurumlar, özellikle Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sırasında yetim kalan binlerce çocuk için barınma, eğitim ve meslek edindirme olanakları sunarak birer sosyal koruma merkezi işlevi görmüştür.
Dârüleytamların kuruluş gerekçeleri arasında şunlar yer alır: savaş nedeniyle sahipsiz kalan çocuklara sahip çıkmak, şehit çocuklarını korumak, mevcut kurumların yetersizliği ve modernleşme arzusuyla yeni bir sistem kurma ihtiyacı. 1899'daki ilk girişim mali yetersizlikle rafa kalkmış, 1909’da Dârülhayr-ı Âli'nin kapanmasıyla bu ihtiyaç daha da acil hâle gelmiştir.
Kurumlar yatılı ve tamamen parasız hizmet verirken, sağlık kontrolleri, detaylı tahkikatlar ve kabul şartlarıyla sistematik bir yapıya kavuşmuştur. Kabul edilen çocukların bilgilerinin, aile durumlarının ve gelir düzeylerinin resmi olarak belgelenmesi, Osmanlı’nın bürokratik modernleşmesinin yansımasıdır.
Gündelik yaşam sıkı bir disiplinle örülüdür: Sabah namazı, kahvaltı, dersler, oyun, akşam yemeği ve yatsı namazıyla tamamlanan günler. Cuma günleri çocuklar İstanbul’u gezme veya akraba ziyareti yapma hakkına sahiptir. Beslenme koşulları da şaşırtıcı derecede özenlidir; örneğin Büyükdere şubesinde haftada iki gün meyve verildiği bilinmektedir.
Eğitim modeli üç kademeye ayrılmıştır: ana sınıfı (4-6 yaş), ibtidaî (7-12 yaş) ve sanayi sınıfları (13-17 yaş). Kızlara ev idaresi, dikiş, çamaşırcılık; erkeklere marangozluk, ciltçilik, hakkaklık gibi meslekî dersler verilmiştir. Ortak dersler arasında Kur’an, okuma-yazma, hesap, tarih, coğrafya ve hatta müzik (piyano dâhil) vardır.
Bu yapı sadece eğitim değil, sosyal hayata katılımı da hedefler. Çocuklar haftalık dış gezilerle şehirle temas kurar, tramvay bileti gibi ayrıntılar bile bu vizyonu gösterir. Dârüleytamlar aynı zamanda bir “toplumsal merdiven” olarak görülür; mezunlar arasında tarihçi Enver Ziya Karal gibi önemli isimler yer alır.
Bazı çocuklar ailenin durumunun iyileşmesiyle veya sağlık nedenleriyle kurumdan ayrılırken, bazıları ne yazık ki kurumda yaşamını yitirmiştir. Kurumlar, Dârülaceze, Islahhane gibi yapılarla bağlantılı olsa da, yalnızca çocuklara hizmet etmeleriyle ayrışır. Modernleşen Osmanlı’nın eğitim ve sosyal hizmet anlayışının bir tezahürü olarak dârüleytamlar, yitip gitme riski taşıyan bir nesli devlete ve topluma kazandırmaya çalışmıştır.
Dârüleytamda Çocuk Olmak, bu çocukların adeta sessizleştirilmiş tarihine bir ses, bir yüz kazandırmaktadır. Kurumların yalnızca mimarisiyle değil, içindeki çocukların umutları, kayıpları ve dirençleriyle de bir hafıza mekânı olduğu gerçeğini okura ustalıkla sunar