Listen

Description

Herbert Marcuse’un Eros ve Uygarlık adlı eseri, Freud’un içgüdü kuramını radikal bir toplumsal eleştiriyle yeniden yorumlayarak, uygarlığın bastırıcı kökenlerini ve özgürleşme potansiyelini sorgular. Marcuse, bireyin tarihsel biçimlenişini incelerken, baskı, içgüdüsel yapı, haz ve özgürlük gibi temel kavramları yeniden ele alır.

Marcuse’un temel sorusu şudur: Uygarlık gelişmek için neden bireyin içgüdülerini bastırmak zorundadır? Freud’un teorisine dayanarak, uygarlığın insan içgüdülerini –özellikle de Eros’u, yani yaşam dürtüsünü– bastırarak düzeni sağladığını kabul eder; ancak bu bastırmanın tarihsel olarak gerekli olanla sınırlı kalmadığını, zamanla “artık-baskı” biçimini aldığını savunur.

Freud’un görüşüne göre uygarlık, temel içgüdüsel doyumdan vazgeçildiği noktada başlar. Bu, haz ilkesinden olgusallık ilkesine geçişi ifade eder: Anlık doyum arzusunun yerini, ertelenmiş ama toplumsal olarak kabul gören bir haz alma biçimi alır. Ancak düşlem (imgelem) bu dönüşümden bağışık kalır; o, hala haz ilkesine bağlıdır ve özgürlük potansiyelini içinde taşır.

Marcuse, baskıyı iki düzeyde tanımlar: Temel baskı, doğa ve kıtlık karşısında hayatta kalmak için zorunlu olan içgüdüsel kısıtlamaları ifade eder. Artık-baskı ise tarihsel olarak oluşmuş, toplumsal egemenliği sürdüren fazladan kısıtlamalardır. Bu ikincil baskı biçimi, “edimleme ilkesi” olarak adlandırılır; bireyin üretken ve disiplinli olması gerektiğini vurgulayan bu ilke, modern kapitalist toplumun temelini oluşturur.

Bu ilke altında, emek, yabancılaşmış bir faaliyete dönüşür. Libidinal enerji, bireyin özlemleriyle bağdaşmayan görevlerde tüketilir. Cinsellik üretken genitaliteye indirgenir, sapkınlıklar tabu ilan edilir. Bedensel haz dağıtımı, merkezileştirilmiş ve denetim altına alınmıştır. Hatta yok etme içgüdüsü dahi, doğayı dönüştürmek ve toplumu biçimlendirmek için toplumsal fayda adına kanalize edilir.

Bu süreç, uygarlığın iç çelişkisini yaratır: Eros’un sürekli bastırılması, Thanatos’un (ölüm içgüdüsü) güçlenmesine neden olur. Uygarlık, kendi içsel çatışmalarıyla kendi temellerini dinamitleyen bir yöne evrilir. Suçluluk duygusu uygarlığın birey üzerindeki denetimini sürdürür; birey, bastırılmış saldırganlık nedeniyle kendi üzerinde içselleştirilmiş bir denetim kurar.

Marcuse’a göre çağdaş endüstriyel uygarlık, özellikle militarizm ve yaygın denetim mekanizmaları yoluyla, ilerlemenin rasyonelliğini irrasyonel bir noktaya taşımıştır. Ancak bu durum kaçınılmaz değildir. Freud’un kendi kuramı, baskısız bir uygarlığın imkânını barındırır.

Teknolojik ilerleme, emeği otomatikleştirerek artık-baskının ortadan kaldırılmasına olanak sunabilir. Emek, acı verici bir zorunluluk olmaktan çıkarak haz dolu bir oyuna dönüşebilir. Libidinal enerjinin özgürleşmesi, bedensel hazların yalnızca üretime değil, yaşama yayılması anlamına gelir. Cinsel ilişkinin üremeye indirgenmemesi, özgür toplumsal ilişkilerin zemini olabilir.

Marcuse, bu özgürlük potansiyelini mitolojik figürler üzerinden de simgeler: Orfeus ve Narsissus, doğaya egemen olmayı değil, onunla uyumlu bir varoluşu temsil eder. Bu figürler, yaşamın estetikleştiği, baskısız bir uygarlığın imgeleridir.

Estetik boyut, duyusal olanla akıl arasında bir sentez sunar. Schiller’in "oyun dürtüsü", bireyin hem duyusal hem de rasyonel boyutlarını özgürce ifade ettiği bir uygarlığın öncüsüdür. Bu bağlamda özgürleşmiş bir toplum, çalışmanın zorunluluk değil, yaratıcı ve haz verici bir oyun olduğu bir yaşama yönelir.

Marcuse, Neo-Freudcu düzeltmeciliği sert biçimde eleştirir. Neo-Freudcular, Freud’un radikal içgüdü analizini kültürel ve sosyolojik faktörlerle yumuşatarak, onun uygarlık eleştirisini ideolojik uzlaşmacılıkla ikame etmişlerdir. Oysa Freud’un "karamsar" görünen içgüdü kuramı, baskının tarihsel oluşumunu gözler önüne sererek, gerçek kurtuluşun yollarını işaret eder.

Eros ve Uygarlık, sadece bir psikanaliz yorumu değil; aynı zamanda özgürlük, haz, sanat ve toplumsal dönüşüm üzerine felsefi bir çağrıdır.