Honoré de Balzac’ın başyapıtı Goriot Baba, yalnızca bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda Fransız toplumunun ahlaki ve sosyal çözülüşünün keskin bir panoramasıdır. Balzac’ın devasa edebi projesi olan İnsanlık Güldürüsü’nün temel yapı taşlarından biri olan bu roman, bireysel dramlar üzerinden bütün bir toplumun ruh halini ve sınıfsal dönüşümünü sergiler.
Goriot Baba, Paris’in gri yüzüyle açılır. Romanın merkezindeki Vauquer Pansiyonu, şiirsiz bir yoksulluğun hüküm sürdüğü, sakinlerinin birbirinin acılarına kayıtsız kaldığı bir dünyadır. Burada tanıştığımız karakterler – yaşlı ve harap Goriot, yükselme hırsıyla yanan genç Eugène de Rastignac ve gizemli Vautrin – Balzac’ın karakter evreninin simgesel figürleridir. Özellikle Goriot’nun hikayesi, bir babanın karşılıksız sevgisinin ve kızları tarafından acımasızca sömürülmesinin hazin bir anlatısıdır. “Limonu sıktılar, posasını sokağın köşesine attılar” cümlesi, onun yaşadığı derin hayal kırıklığını ve yalnız ölümünü özetler.
Balzac, İnsanlık Güldürüsü adlı külliyatında toplumun tüm katmanlarını gözler önüne serer. Bu yapı, üç ana başlık altında düzenlenmiştir: Çözümleyici İncelemeler (yaşamı yöneten ilkeler), Felsefi İncelemeler (eylemlerin nedenleri) ve Töre İncelemeleri (bu nedenlerin sonuçları). Goriot Baba, Töre İncelemeleri grubunda yer alır ve gerçekçilik akımının doruk noktalarından biri kabul edilir. Romanlar tek başına okunabilir olsa da, birlikte değerlendirildiklerinde Balzac’ın kurduğu evrensel roman evreni daha da anlam kazanır. Yazar, on dokuzuncu yüzyıl Fransası’nı kendine özgü bir sistemle yeniden kurar: kendi yasaları, kendi toplumsal yapıları ve kendi felsefesi olan bir evren.
Toplumsal eleştirinin başlıca hedefi ise Paris’tir. Eugène de Rastignac bu şehri "bir çirkef deryası" olarak tanımlar. Vautrin’in sözleri ise daha da serttir: “Dünya dolandırıcılar ve dolandırılmışlardan ibarettir.” Ona göre dürüstlük işe yaramaz bir fazilettir; büyük servetlerin ardında temiz unutulmuş cinayetler vardır. Balzac, toplumsal yükselmenin bedelini ve bu yolda feda edilen değerleri açıkça gözler önüne serer.
Rastignac’ın hikayesi, taşradan gelen bir gencin Paris’teki sınıf atlama serüvenini anlatır. Ailesinin tüm maddi desteğini arkasına alarak büyük şehre gelen Eugène, Paris sosyetesine girebilmek için Madam de Beauséant’ın çevresine sığınır. Kadınların toplumdaki rolü, Eugène’in yükselme stratejisinde önemli bir yer tutar. Ona göre hayatta kalmanın yolu, güçlü kadınların desteğini almaktır. Madam de Beauséant’ın verdiği öğüt çok nettir: “Acımadan vurun, sizden korkarlar o zaman.” Bu söz, ahlaki ikilemlerle örülü Paris toplumunun başarı anlayışını özetler.
Goriot’nun kızları – Anastasie ve Delphine – babalarının kendilerine adadığı sevgiyi bencilce sömürürler. Onlar için Goriot sadece bir kaynak, ihtiyaçlarını karşılayan bir figürdür. Kızlarının bu vefasızlığı, romanın en trajik öğesidir. Goriot’nun ölümü, yalnızca fiziksel bir son değil, aynı zamanda bir ahlakın çöküşüdür.
Vautrin karakteri ise romanın felsefi ve karanlık yönünü temsil eder. Suçlu geçmişine rağmen zekâsı, sistem eleştirisi ve toplumun iki yüzlülüğünü açıkça ortaya koymasıyla dikkat çeker. Rastignac’a, başarıya giden yolda yasaların değil, kurnazlığın ve vicdansızlığın işe yaradığını öğretmeye çalışır.
Balzac’ın dili detaycı, gözlemci ve yer yer acımasızdır. Her karakter bir sınıfı, bir düşünceyi, bir sosyal durumu temsil eder. Vauquer Pansiyonu’nun boğucu havası, yalnızca fiziksel değil, manevi bir çöküşün sembolüdür.
Sonuç olarak, Goriot Baba, bireyin iç dünyasıyla toplumun dış baskıları arasında ezildiği, ahlaki değerlerin parayla değiştirildiği bir çağın güçlü anlatımıdır. Honoré de Balzac, bu romanıyla yalnızca bir trajediyi değil, aynı zamanda bütün bir çağın panoramasını çizer. Rastignac’ın finalde Paris’e dönüp meydan okuyan bakışı, roman boyunca biriken öfkenin, hırsın ve farkındalığın dışavurumudur: “Şimdi sıra bende!”