Listen

Description

İzmir’in tarihsel belleğine edebi bir pencereden yaklaşan “Saklı İzmir Masalları”, şehri yalnızca bir coğrafya değil, çok dilli, çok kültürlü ve çok katmanlı bir hafıza mekânı olarak ele alır. Kitabın yazarı, İzmir’in Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’in eşiğine dek geçirdiği modernleşme sürecini, bu sürecin içinde şekillenen kimlik çatışmalarını ve kültürel çözülmeleri hem tarihsel hem de masalsı bir dille işler. İzmir, burada yaşayan Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Türkler, Levantenler, Kürtler ve Çerkesler gibi birçok etnik ve dini topluluğun birlikte var olduğu bir “dünya şehri” olarak betimlenir.

Kitap, bu farklı toplulukların konuştuğu dillerin İzmir’in ortak dili Smyrneika’ya nasıl karıştığını da gözler önüne serer. Türkçe, Yunanca (özellikle Kritiki lehçesi), Ermenice, Ladino, Farsça, Arapça, Fransızca, İtalyanca, İngilizce, Rusça ve daha niceleri; şehirde sadece iletişim değil, aynı zamanda birlikte yaşamanın bir formu olarak ortaya çıkar. Diller kadar dillere sinmiş kültürel belleğin de izleri sürülür. “Yasu” (sağlığına), “Pariluys” (günaydın), “Kamidata” (baca) gibi ifadeler bu çok katmanlı yapının somut örnekleridir.

İzmir’in “Eski Zaman”ı ile “Yeni Zaman”ı arasında net bir ayrım yapılır kitapta. Eski Zaman; el sanatlarının değer gördüğü, masalların halkı eğittiği, çan ve ezan seslerinin birbiriyle uyum içinde çınladığı bir dönemdir. Masallar, çocuklara sadece uyku değil, aynı zamanda hakikat taşır. Mahallelerde milletler kendi geleneklerini korurken, birlikte yaşama kültürü gelişmiştir. Şehirde ustalık, hüner ve sözlü kültür öne çıkar. Hanlar, kervansaraylar, arastalar ve limanlar şehrin ekonomik ve sosyal damarlarıdır.

Yeni Zaman ise bu yapının çözülmeye başladığı, buharlı makineler, trenler, şirketler, fabrikalar ve bankaların belirleyici olmaya başladığı bir dönemdir. Ustalık yerini makinelere, masal yerini resmi ideolojiye, mahalleler ise göçle gelen çok katmanlı kalabalıklara bırakır. Girit’ten, Kafkasya’dan, Mora’dan, Afrika’dan gelen göçmenlerle şehir bir “muhacirler evi”ne dönüşür. Bu çeşitlilik, bir yandan İzmir’in kozmopolit kimliğini güçlendirirken, öte yandan İttihat ve Terakki'nin “tek din, tek dil, tek millet” anlayışıyla çatışır. Demokratikleşme arayışları “sopalı seçim” gibi uygulamalarla bastırılır.

Kadın hakları, işçi hareketleri, sosyalist yayınlar ve tiyatro gibi yeni kamusal alanlar Yeni Zaman’ın kültürel kimliğini belirler. Saklı İzmir Masalları, bu dönüşümü simgesel mekanlar üzerinden de takip eder: Saat Kulesi, Sarı Kışla, Aydın Garı, Basmane Garı ve Kordon gibi modernleşmenin mekânları bu yeni dönemin izlerini taşır.

Kitap, “masal”ı hem anlatım biçimi hem de düşünme yöntemi olarak yeniden tanımlar. Masal, burada bir nostalji öğesi değil; tarihsel ve kültürel belleği taşıyan bir düşünce formudur. Ancak bu masallar, Yeni Zaman’da kovuklara çekilir; artık “masal para etmez”. Bu söylem, modernleşmenin getirdiği değer dönüşümünü ve kültürel kayıpları da eleştirir.

Yazar, anlatısını yalnızca tarihsel olaylarla değil, semboller ve arketipler üzerinden de kurar. İzmir’in her milleti, her dili bir masal karakteri gibidir. Rum kızları, Ermeni ustaları, Yahudi çarşıları, Levanten meyhaneleri ve Kürt hamalları İzmir’in kimliğine ruh katan unsurlardır. Bu karakterlerin bir araya geldiği İzmir, artık sadece bir şehir değil, kültürlerin dans ettiği bir sahnedir.

Ne var ki, kitabın sonunda 1922 İzmir Yangını ile birlikte bu çok kültürlü yapı büyük ölçüde yok olur. Şehir, “tek tonda” bir kültüre doğru evrilirken, yazarın da vurguladığı gibi bir devrin masalı sona erer. “Saklı İzmir Masalları”, işte bu kaybı hem belgeleyen hem de anımsatan bir ağıttır. Ancak aynı zamanda, geçmişin masallarını bugünün kulaklarına fısıldayan bir umut metnidir.