Arap devrimi 10 yaşında!
“Devrimler tarihin lokomotifidir.” Böyle söylemişti Karl Marx. Onun kuşağı için devrim olağan bir şeydi, mesele o olağan şeyin tarih içindeki yerini saptayabilmekti. 1789, 1830, 1848, 1871—Avrupa devrimlerle sarsılıp duruyordu.
Günümüzde insanlık devrimi gördüğünde tanıyamıyor. 1979 yılının (kısa süre içinde gericiliğin eline düşen) İran devrimi ile küçük Nikaragua’da yaşanan kısa ömürlü devrimden sonra 30 yıldan uzun bir süre dünyada devrim yaşanmadı. Kendi başına alınırsa vahim olmayabilir. Ama aynı 1979 yılında İngiltere’de Margaret Thatcher yönetiminde uluslararası burjuvazinin emekçi sınıflara uzun ömürlü taarruzu neoliberalizm başladı. Bizde 1980 belası bunun hemen arkasından geldi. Sonra 1989’da Berlin duvarı çöktü. İşte esas buydu insanlığın devrim gördüğünde tanıyamayacak duruma düşmesine yol açan. Evet, 1979’dan 2011’e kadar devrim yaşanmamıştı. Ama daha önemlisi, devrim fikri ve devrim umudu buharlaşmıştı. Tarihin lokomotifi kızağa çekilmişti!
Bu yüzdendir ki, Arap dünyası 2011-2013 arasında muhteşem bir devrimci dalga ile sarsılmaya başladığında, en azından bizim insanımız dudak büktü. Araplara karşı ırkçılığa varan önyargı İslamcıların güçlenmesi ihtimali korkusuna karıştı, emperyalizmin kadiri mutlak gücüne inanç ve komplo teorileri artık zehirlenme düzeyine ulaşmış olduğundan ortaya “emperyalizmin dizaynı” gibi ucube bir terim çıktı. Milyonlarca Arap bedenlerini tankların önüne atıyor, göğüslerini askere polise hedef gösteriyor, ölüyor, yaralanıyor, dayak yiyor, hapse atılıyordu. Sonunda kimi 25 kimi 30 yıldır ülkesini emperyalizme hizmette kusur etmeksizin, Siyonizm’le kavga etmeksizin yönetmiş diktatörler, Bin Ali’ler, Hüsnü Mübarek’ler, Ali Abdullah Salih’ler hapislere düşüyor ya da soluğu Suudi Arabistan’da alıyordu. Emperyalistler telaş içindeydi, ne yapacağını, bu işin nereye varacağını bilemeden kıvranıyordu. Ama bizim solcumuz ve halkımız Nuh diyordu, peygamber demiyordu.
Oysa tarih, bu kez Arap dünyasından başlayarak yeniden vagonlarını devrim lokomotifine bağlamıştı. Devrimlerin bir küçük kusuru vardır. İnsanlığı öyle sık ziyaret etmezler. Geldiler mi de habersiz misafir olarak gelirler. Evinizi açmazsanız, kaçar giderler, on yıllarca da geri gelmezler. Bu tarihin yasasıdır. Burjuva devletinin baskı aygıtları, binbir çeşit ideolojinin uyuşturucu etkisi, emekçi ailelerinin hayatta kalma gailesi ve daha nice etken, insanların alışılmıştan kopmasına kolay izin vermez. Ama bir kez zincirlerini sarsmaya başlamasın işçi emekçi sınıflar! Bir kez kükremesin! Yer gök titrer o zaman.
Devrim hiçbir yerde henüz muzaffer olmadı. Hiçbir yerde işçi-emekçi iktidarı kurulmadı. Hareket devrimin başarısızlıklarından ve yenilgilerinden ders çıkararak ilerleyecektir. Kazanırsa böyle kazanacaktır. Tunus devrimi tam 10 yıl önce 14 Ocak’ta ilk zaferine ulaştı. Sadece on gün sonra 25 Ocak’ta Mısır kitleleri sokağa indiler, 11 Şubat’ta Kahire’nin Tahrir meydanı halkındı, 30 yıllık diktatör ise hapishanedeydi! O zaman bu dev zaferi büyük şairimiz Nâzım’ın dizeleriyle karşılamıştık. Havana’da Devrim Meydanı’ndan, Küba devriminin sarhoşluğu içinde dostu ve yoldaşı Abidin Dino’ya sesleniyordu: “Çok şükür, çok şükür/bugünleri de gördüm ya/ölsem gam yemem gayrinin/resmini yapabilir misin üstad?” Daha ne güzel günler göreceğiz, biliyor musunuz çocuklar, ne güzel günler! Gerçekçiliği hayal zanneden karamsarlık kötüdür. Güzel günler göreceksek cüretkâr olmalıyız.