Listen

Description

Erdoğan ekonomisine kim deva olacak?

Tarihte bir dinî inancın bütünüyle maddi çıkarlar uğruna böylesine suistimal edilmesine herhalde az rastlanmıştır. 2013’e kadar ekonomi konusunda şansı yaver giden AKP yönetimi, o yıl 2008 uluslararası finans krizinin dalgası ABD’de bir ölçüde ters dönmeye başlayıp ülkenin Federal Reserve adlı merkez bankası faiz yükseltmeye başlayınca kendini dış kredi desteğinden gittikçe daha yoksun kalır buldu.

2013’te bir başka gelişme daha oldu. Gezi halk isyanında Türkiye’nin 81 ilinin 80’inde 4 milyona yakın insan sokağa çıktı, başka bir kısmı da evinden tencere tava çaldı. Erdoğan Gezi ile birlikte sarsıldı. Artık her şey daha istikrarsızdı. Yolsuzluk tartışmaları, müttefikleri yitirmeler ekonomide başlayan güçlüklerle birleşince AKP için iktidarda kalmak, hatta seçim kazanmak iyice güçleşti.

İşte bütün bunlar karşısında, dış sermaye desteği zayıfladığı için, kredi garantisidir, dış borçtur, başka araçlardır, ekonomiyi suni yöntemlerle şişirmek AKP’nin baş ekonomi politikası oldu. Kredi garantisiyle borç yığılınca faiz yükseldi. Dış borç yükselince Türk lirası sıkışmaya başladı. Her ikisi birden ekonomi yönetimini (Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı ve Merkez Bankası’nı) artık suni yöntemlere de başvuramaz hale getirince, devreye “güçlü irade” girdi. Erdoğan, “ekonomi benden sorulur” tutumuyla 2018’de ekonomiye daldı. Merkez Bankası gösterge faizi düşük tutulmalıydı ki inşaat ve imalat sektörü müşteri bulsun, yatırımlar düşmesin, Anadolu’nun bankasız sermayesi zarar görmesin, “Alperen” esnaf ayakta kalsın, Erdoğan seçim kazansın. Bunun adı geçtiğimiz günlerde “nas” olarak konuldu.

Sonucu çıkaralım: Son büyük TL düşüş krizi de dâhil, bütün bu dalgaların temelinde Erdoğan’ın 20 yıldır sürdürücüsü olduğu ülke ekonomisinin uluslararası finansa kölece bağımlılığı ile Erdoğan’ın seçim kazanma zorunluluğuna uygun bir hoyrat ekonomi politikası arasındaki maddi çelişki yatıyor. “Nas” iddiası bunun üzerine örtülen bir manevi peçe işlevi görüyor.

“Erken seçim” ekonomik deva mıdır?

Erdoğan’ın Türkiye ekonomisini uçurumun kenarına getirmiş olduğu açıkça ortada. Ekonomi kontrol edilemez bir enflasyon anlamında hiperenflasyon patikasına girmiş durumda. Yılların suni büyümesi (ya da son yıllarda ekonominin derin bir daralmadan suni şekilde korunması), yarın büyük bir gürültüyle dehşet verici bir küçülme ile sonuçlanabilir üstelik. Yani artık bıçak sırtında yürüyoruz.

Millet İttifakı’nın, Kılıçdaroğlu’nun, Meral Akşener’in bu ekonomik felakete yanıtı ne? “Erken seçim”. Peki, diyelim erken seçim yapmayı başardınız, diyelim seçimi kazandınız, diyelim yarı-askerî hükümet ve yanındaki faşist musibet size iktidarı izzetüikbal ile teslim etti. Epey bir “diyelim” oldu ama diyelim bütün bunlar gerçekleşti. Başa geçtiniz. Siz bu ekonomiyi nasıl düzelteceksiniz?

Solun çıkmaz yolu

Sosyalist solun önemli odakları yaşanan spekülatif dalgaya bir “genel grev” çağrısı ile yanıt verdi. Bu çağrı DİP’in de çağrısıdır. Ama DİP dışındaki solda “genel grev”in hemen ardından gelen talep insanı hayretlere düşürecek kadar tuhaftır: “erken seçim”!

Dış borcun reddi, sabit kur, tek bir devlet bankası!

Biz bugün “genel grev” diyenin hemen ardından “erken seçim” demesi halinde işçi sınıfının bağımsızlığını asla kazanamayacağını söylüyoruz, biliyoruz. Sınıf bağımsızlığını en temel düstur olarak kabul etmeyen bir sosyalist hareket ne işçi sınıfının sorunlarına ne toplumun ezilenlerin yaralarına merhem olur.

İMF’ye, “piyasa ekonomisi”ne, Kemal Derviş ve Ali Babacan’lara, emperyalizme, burjuvazinin siyasi ve toplumsal iktidarına karşı bugün bir zafer kazanamayabiliriz. Ama bunlarla bugün savaşmaya başlamazsak kurtuluşun yolu, yarın da sonsuza kadar da kapalı kalır.

Daha da kötüsü: Bu politikayla istibdadın bile sonu gelmez!