Listen

Description

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki:  (Eshâbımın hepsi, gerek birlikde, toptan, gerekse birer birer, yıldızlar gibi nûrludurlar. Bunlardan hangi birine uyarsanız, ya’nî ardı sıra giderseniz, asl kurtuluş yolu olan, insanlığın kemâli ve se’âdeti olan, Allahü teâlânın sevgisine kavuşursunuz). Bunun içindir ki, din imâmlarımız, ya’nî bu dînin büyükleri, Sahâbe-i kirâmdan herbirinin sözlerini, hareketlerini, işlerini huccet ve sened olarak almışdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bu hadîs-i şerîfde demek istiyor ki, (Eshâbımdan herhangisini kendinize mezheb imâmı tanır, rehber, önder edinirseniz, re’y ve ictihâdları ile amel ederseniz, gösterdikleri yolda giderseniz, doğru yolda yürümüş olursunuz).   Bundan anlaşılıyor ki, bunların hepsi müctehiddir. Herbiri âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiyen ahkâm-ı dîniyyeyi, ilmleri ile, yükseklikleri ve kemâlleri ile ve kalblerinin nûrları ile âyetlerden ve hadîs-i şerîflerden bulup çıkarabilmekdedir. Bunun içindir ki, Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, Sahâbe-i kirâmdan birçoğunu, dîn-i islâmı yaymak ve herkese bildirmek için, uzak memleketlere gönderdikleri zemân, tenbîh buyururlardı ki, karşılaşacağınız vak’aların, hâdiselerin nasıl yapılması lâzım geldiğini, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık göremediğiniz vakt, âyet-i kerîmelerin delâletinden, işâretlerinden, rümûzundan, ifâde şeklinden, uygun ma’nâlarından, muhâlif ma’nâlarından, emrlerinin îcâblarından çıkarıp anlayınız ve anladığınıza göre yapınız ve yapdırınız! Müctehidlerin vazîfesi de budur. Sahâbe-i kirâmın herbirini bir yıldıza teşbîh buyurdu ki, denizlerde, dağlarda, derelerde, tepelerde, sahrâlarda, çöllerde yollarını şaşıranlar, kıbleyi, diğer cihetleri arıyanlar, bunların zıyâsı sâyesinde yol bulabilsinler. Zemân-ı se’âdetden sonra (Hulefâ-i râşidîn) ve bütün Eshâb-ı kirâm, böylece birbirlerini müctehid tanımışlardır. Birbirlerinin re’y ve ictihâdlarına yanlış dememişlerdir. Sahâbe-i kirâmın sohbetlerinde ve derslerinde yetişen Tâbi’în-i kirâmın çoğu da böyle müctehid oldu. Bunların sohbet ve derslerinde bulunan Tebe’i tâbi’înden bir kısmı da ictihâd derecesine yükseldi. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, imâm-ı Mâlik, imâm-ı Şâfi’î, imâm-ı Ahmed bin Hanbel, imâm-ı Evzâî, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, Dâvüd-i Tâî ve benzerleri “rahime-hümullahü teâlâ” bunlardandır. Bunlar azala azala, dördüncü asrın sonunda, ictihâd yapabilecek derin âlim yetişemez oldu. Önce gelmiş müctehidlerden çoğunun da mezhebleri unutuldu. Şimdi, ancak dört imâmın mezhebi kaldı. Bunlar da, İmâm-ı a’zam, imâm-ı Şâfi’î, imâm-ı Mâlik ve imâm-ı Ahmed bin Hanbel “radıyallahü anhüm”dür. Onlardan sonra bu mertebeye, bu dereceye kimse vâsıl olamadı. Onun için, mezhebler, dört olarak kaldı.

Eshâb-ı Kirâm | Sayfa : 42 - 43