Listen

Description

Emâlî kasîdesi onbirinci beytinde, (Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın kelâmıdır. Mahlûk, sonradan yaratılmış değildir. Zât-ı ilâhînin sıfatıdır) diyor. Ahmed Âsım efendi, bunu şöyle açıklıyor: Kur’ân-ı kerîm, bu kelimelerden, seslerden çıkan ma’nâlardır. Kelimeler, sesler, kelâm-ı ilâhî değildir. İnsanın kelâmı da kalbdedir. Sözlerimiz bunu meydâna çıkaran tercümândır. Her dirinin kemâli, üstünlüğü, kelâm sıfatı iledir. Kelâm sıfatı olmazsa, kusûrlu olur. Allahü teâlâ da, diri olduğu için, kelâm sâhibi olması lâzımdır. Bütün Peygamberler, bütün kitâblar, Allahü teâlânın kelâm sıfatı vardır dedi. Mûsâ aleyhisselâmın ağaçdan işitdiği kelime ve ses, kelâm-ı ilâhî idi. Hâfızın sesi ise değildir. Bu sesin ma’nâları, kelâm-ı ilâhîdir. Allahü teâlâ, mahlûkların sözünü harfsiz, sessiz işitir. Harfsiz, sessiz olan kendi kelâmını, arabî dil ile indirdi. Kelâm-ı ilâhîde bir değişiklik olmadı. İnsan çeşidli elbise ile, çeşidli sûretde görünür, fekat insanda bir değişiklik olmaz. Allahü teâlânın kelâmı, mahlûkların kelâmı gibi, kelime ve sese muhtâç değildir. Fekat bu kelime ve sesler değişdirilirse, terceme edilirse, kelâm-ı ilâhî değişdirilmiş, bozulmuş olur. Kur’ân-ı kerîm, bu kelimelere, bu sese mahsûsdur. Allahü teâlâ, kelâmını bu kelimelere, seslere kendi yerleşdirmişdir.  Eshâb-ı Kirâm  /  104