Listen

Description

Program konuğu Mürüvet Küçük’tü.

H. Selim Açan konuyu açarken, geçmiş sosyalizm deneyimlerinin ele alınışı sırasında karşımıza çıkan iki ana yaklaşım tarzına işaret etti. Bunlardan birincisini, o süreçlerde kaydedilen olağanüstü başarılara dahi gözlerini kapatan ya da onları en fazla dil ucuyla anan, buna karşın bütün o süreçleri yapılan hatalar ve olumsuzluklar üzerinden okuyan “eleştirellik” olarak tanımladı. Bunun karşı kutbu olarak görünen ikinci ana eğilimi ise bu kez o süreçlerde yapılan akıl almaz hatalara, vahim politika ve uygulamalara dahi bir biçimde meşruiyet kılıfı geçirmeye çalışan fanatik bir geçmiş savunuculuğunun oluşturduğunu söyledi. Bunların her ikisinin de geçmişi kişiler üzerinden ele alıp kişiler üzerinden daha somut ifadeyle Stalin-Troçki kıyaslaması zemininde tartıştıklarına işaret etti. Geçmişi bu zemine düşmeden nasıl ele almamız gerektiğini sordu ilk olarak konuğuna.

Mürüvet Küçük, tarihi kişiler üzerinden okuyan bu idealist yaklaşımların her ikisinin de devrim ve sosyalizmin geleceği diye bir kaygısı ve amacı olan bugünkü kuşaklar açısından fazla bir anlam ifade etmediğini vurgulayarak başladı konuşmasına. Bunlardan ilkinin umutsuzluğu derinleştirdiğini, fanatik geçmiş savunuculuğunun ise geçmişin hatalarından hiçbir ders almamış olmasının yanında o deneyimlerin iflasla sonuçlanmasının kitlelerde yarattığı güvensizliği ve kafalardaki soru işaretlerini gidermeye en ufak bir katkısının olamayacağını belirtti. Tarihin elbette özellikle de öncü bir rol oynayan bireylerin rolünden kopuk olmadığını ama onların rollerini o dönemin somut tarihsel koşulları ve sınıfsal dengelerinden, sınıfın ve kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyinden, ihtiyaç ve beklentilerinden kopuk değerlendirilemeyeceğini anlattı. Bu bağlamda eğer geçmiş deneyimlerde öncülerle sınıf ve kitleler arasında daha kolektif bir ilişki sistematiği kurulmuş olsaydı tarihin akışı da kuşkusuz daha farklı olurdu görüşünü dile getirerek bağladı sözlerini.

H. Selim Açan bu noktada, “Eğer kişilere nesnel etkenlerin dahi üzerine çıkan tanrısal bir güç atfetmiyorsak o zaman onların eylemlerini gerçekleştikleri tarihsel koşullarla bağlantısı içinde ele almanın zorunluluğunu” hatırlattı. Kişilerin oynadıkları rolün ancak bu bağlamda hak ettiği yere oturtulabileceğini vurguladı. Devamında 1930’lu yıllardaki parti içi mücadeleler ve uygulanan yöntemler sorununu tartışırken tarafların hepsinin gerçekte aynı parti ve öncülük anlayışına sahip olup aynı iktidar hırsıyla hareket ettiklerine dikkat çekerek bu ortaklığın nereden kaynaklandığı sorusunu gündem getirdi.

Mürüvet Küçük öncelikle sosyalizmi nasıl tasavvur ettiğimizin, onu nereden bakarak kurduğumuzun belirleyici rolüne parmak bastı. Komünizm amacını merkeze koyup koymamanın bu işin nirengi noktasını oluşturduğunun altını çizdi. Öncü-kitle ilişkisinin de bu temelde kurulmasının şart olduğunu belirterek sınıfın ve emekçi kitlelerin bir avuç parti kadrosunun belirlediği politikalar ve aldıkları kararların “uygulayıcıları” konumuna düşürüldükleri bir sosyalist inşanın olamayacağı üzerinde durdu. Partinin sadece kitlelerle değil kendi içinde de yönetim kademeleriyle kadrolar arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunun tayin edici olduğunu vurguladı. Kolektif aklın harekete geçirilip karar süreçlerine katılım yolları açık tutulmadığı sürece yozlaşmanın kaçınılmazlığına işaret etti. (...)