Sevgili Dost,
Mektubumu yazdığım kağıttan bir kayık yapıyor ve bırakıyorum nehre. Bebek Musa'nın sepeti kadar güvenli. Nuh'un gemisi kadar yalnız, köpüklerin içinde.
Sevgili Dost,
Bu satırlarla doğruyorum hayatı. Bu satırlarla doğruyor beni hayat. Adını ne koyalım, diyor. Adını "dostluk” koyuyorum.
Sevgili dost,
Kelimeler, karınca yuvası gibi kaynıyor zihnimde. Kalbimi alıp uzaklara gitmek istiyorum.
Sana ne yazacağım ki, ellerim titremeye başladı. "Ne güzel!" diyecektim oysa, bir dostla yanında değilken konuşmak. Ne güzel diyecektim, mektup mu; yazarak susmak.
İnsan, ne yazacağını bilebilseydi hiçbir şey yazmazdı.
O zahmete değecek bir şey olmazdı bu yazmak.
Yazmak, insan yazsaydı ne yazardı, bunu öğrenme çabasıdır.
Ancak yazdıktan sonra öğrenebiliriz bunu.
Tufandan önce hiç kimsenin gökteki nehirlerden haberi yoktu. Hiç kimse suyun ateşe dönüşebileceğini düşünmüyordu. Ve hiç kimse Nuh'un elindeki keserin neyi biçimlendirdiğinin farkında değildi.
Felaketle kurtuluşun, bahtsızlıkla mutluluğun kadim akrabalığından söz ediyorum.
Şimdi kibritini çak ve bana insanların birbirlerinin acılarından nasıl zevk alabildiklerini anlat. Diyelim bunu anlatamadın, o zaman yanı başlarında kendilerine ihtiyaç duyan birine karşı gösterdikleri kayıtsızlığı açıkla.
Bunu da mı açıklayamadın, o halde Genç Werther'in Acıları'nda sorduğu şu soruyu cevapla:
"Nasıl oluyor da insanı mutlu eden bir şey, aynı zamanda onun felaketinin de kaynağı oluyor!"
Pahalı paltolarla ısıtılan bedenlerimiz, çıplak ruhları için nasıl bir giysi öneriyor?
Sevgili Dost,
Sabahın olmasını bekleyeceğim. Ve senin şehrini aydınlıkta görmek için uyanacağım.
Sevgili Dost,
Her defasında bu iki kelimeyle başlıyorum mektubuma. Çünkü bu iki kelimeden her biri, gücünü diğerinden alıyor. Sevgili olunmadan dost, dost olunmadan sevgili olunmuyor.
Dost, insanın bir ikinci kendisidir.
Sen biliyorsun, evi sığındığı insandır insanın.
Sen biliyorsun, yanında iyi hissetiğin,
Anlaşılır mıyım derdi yaşamadığın,
Kendini huzurun göğsünde sıcacık bir merhametle uyuyormuş gibi, sıcak yaz akşamı serinliğinde gibi hissettiğin o insandır ev.
Yorulduğunda koşup sığındığın;
Nefes almak için gittiğin o insandır sana ev.
İnsan görmekle bile bazı şeylerin ağırlığına dayanabilir, avunabilir, hayal kurmağa devam edebilir.
Yazın buharlaşmayacak, kışın donmayacak, sonbaharda yapraklarını dökmeyecek, yani hep aynı kalacak ya da artacak sevgi.
Altını görünce gümüşten, gümüşü görünce bakırdan vazgeçmeyecek.
“İstediğin zaman lambayı söndür. Senin karanlığını da tanır ve severim,” diyecek.
Sevgili Dost,
Sen geliyorsun,
Kuşlar geliyor bahçelerden
Nasıl tanıyorum bilsen geçtiğin sokakları
Sen tüm sokaklardan geçmişsin meğer
Hangisine baktıysam, bembeyaz
Şimdi sen geliyorsun, biliyorum
Hayallerim geliyor,
Umutlarım, mutluluğum
Hiçbir şeyi görmüyor gözlerim gireceğin kapıdan başka
Sana bu karanlık,
Bu gürültü içinde ellerimi uzatıyorum
Sen bu karanlık,
Bu gürültü içinde, görmüyorsun
Sana anlatamıyorum
Tutsana ellerimi
Ellerimi görmüyor musun?