1512’de Kayseri’nin Ağırnas köyünde devşirme olarak
Yeniçeri Ocağı’na alınan Mimar Sinan, ön eğitimini tamamladıktan sonra birçok sefere katılmıştır. Bu seferler sırasında yol üzerindeki eski yapıları tanıma fırsatını bulmuştur.
1538’de Hassa Mimarları Ocağı’nın başına getirilmiş ve bu
görevini 50 yıl boyunca sürdürmüştür.
Mimar Sinan, hayatını, İslâmî inanç temeline dayanan
sanat üslubunun imkânları içinde eserler üretmeye, ürettiklerine yenilikler eklemeye ve farklı çözümlerle yapıların dış
dünya ile ilişki kurma biçimlerini zenginleştirmek için araştırmalar yapmaya adamıştır. Mimar Sinan, Osmanlı mimarisiyle aynı kökenden gelen Selçuklu, İran, Arap, Asya, Hint,
Kuzey Afrika ve Endülüs mimarilerinin İslâmî temel üslûp
özelliklerini özümsemiştir.
Mimar Sinan, âbidevî eserlerinde olduğu kadar, mahalle
ölçeğindeki küçük mescidleri, çeşmeleri, köprüleri de, çevre ve tabiatla uyum içinde, onları anlamlı kılarak güzelleştiren bir yaklaşımla, İslâmî hayat tarzına uygun, dünyanın,
sonraki nesillerin de hakkı olduğu anlayışını yansıtan, gelişmeye açık, dünyayı tezyin eden bir mimariyle meydana
getirmiştir. Sinan, dinî ve kültürel amaçlı yapılar yanında,
köprü ve su kemerleri gibi farklı alanlarda da göz kamaştırıcı eserler ortaya koymuştur. Ancak Osmanlı Devleti’nin
zirvede olduğu 16. asır içinde camiler insan hayatına yön
veren, insanı yüce varlık düzeyine yükselten dinî merkezler olarak özel bir öneme sahipti. Dolayısıyla Sinan’ın en
önemli eserleri, camiler ve külliyeler olmuştur.
Mimar Sinan, yapısal çözümlemelerinde mühendislik
alanından yararlanırken, mimariyi asla bir ‘mühendislik becerisi seviyesine indirgememiş; onu, üslubu belirleyen diğer sanatları da taşıyan, varlığın bütün alanlarının problemlerini çözümleyen, bütünleyici esas alan olarak maharetle
kullanmış ve sürekli geliştirmiştir.
(Turgut Cansever, Mimar Sinan, s.71-108)