Listen

Description

TANRI öldü mü?.. Bakıp görmek lazım... Her zaman boşu boşuna beklediğimiz ve en ufak bir kanıtı olmayan bu haber, aslında güneşse] etkiler yaratmış olmalıydı. Oysa Tanrı’nın ölümünün ortaya çıkması için işaretler, kanıtlar gerekiyordu. Ama tüm bunlar eksikti. Cesedi kim gördü? Nietzche'den başkası görmedi ve onun görmesi de yetersizdi...

Moritanya çölünde birkaç saat dolaştıktan sonra, iki devesi, genç karısı, kaynanası ve kızı ile yaşam için temel olan her şeyle yüklü eşekler üzerindeki erkek çocukları ile birlikte gördüğüm yaşlı çoban bana Muhammed’in bir çağdaşı ile karşılaştığım izlenimini veriyor. Beyaz ve yakıcı bir gökyüzü, ender ve yanmış ağaçlar, portakal renkli kumların sonsuz enginlikleri üzerinde kum rüzgârlarınca tomarlaş-mış dikenli çalıların görüntüsü beni Kuran’ın coğrafi, dolayısıyla zihinsel ortamına; deve kervanları, göçebe kampları, çöl aşiretleri ve onların çatışmalarının sırasız dönemlerine götürüyor.

İsrail ve Juda-Samari topraklarını, Kudüs ve Bethle-hem’i, Nasıra ve Tabaraiyah gölünü, güneşin yaktığı, bedenleri kuruttuğu, ruhları susuz bırakırken soğuk, berrak suların şakır şakır aktığı, rüzgârın yumuşak teni okşayan esintisi ve hoş kokulu, yiyecek ile içeceklerin bol olduğu vaha arzularıyla birlikte, cennet özlemleri doğuran yerin düşüncesine dalıp gidiyorum. Öbür dünya bana, birden bire kumullar içinde veya korlaşmış çakılların üstünde sürekli tekrarlanan yolculuklarında yorgun düşüp bitkin kalmış, derileri kurumuş insanların icat ettiği “Karşı Dünya” olarak göründü hep.

Köyleri kaçınılmaz bir şekilde tümüyle ama sabırla yutan kumulların içine gömülmüş Islâm kütüphanelerini görmek için geldiğim Chinguetti’nin doğusunda Ouadane antik kentinde, şoförümüz Abdurrahman, dışarıda bizim bulunduğumuz evinin avlusunda seccadesini yere sererken, ben küçük bir odada, misafir döşeğinin üzerinde oturuyorum. Griye kaçan mavi gece Abdurrahman’ın siyah derisinin üzerinde parlıyor, dolunay renkleri perdahlarken teni menekşe rengine bürünüyor. Sanki dünyanın hareketlerinden esinlenmiş gibi, gezegenimizin atalarımızdan kalmış ritimleri ile yavaşça eğiliyor, diz çöküyor, alnını toprağa değdiriyor, dua ediyor. Ölü yıldızların ışığı çölün gece sıcaklığında bize kadar ulaşıyor. İnsanların ilk kutsal coşkusunun muhtemelen çağdaşı olan bir vücut hareketinin seyircisi olarak, sanki primitif bir sahneye şahit oluyorum.

Ertesi gün, yol boyunca, Abdurrahman’a İslâm hakkında sorular soruyorum. Bir batılı beyaz adamın bu konuya ilgisine şaşırmış halde cevaplar verirken, kutsal metine başvurmak söz konusu olduğunda bunu anında red ediyor. Elimde kalem, Kuran’ı okumayı bitirmişim, aklımda hâlâ kelimesi kelimesine birkaç ayet var. İnancı, İslâmcı tezlerin bazılarının geçerliliği halikında tartışmak için kutsal kitabına başvurulmasına tahammül etmesini engelliyor. Onun için, İslam iyi, hoş görülü, cömert, barışçı bir din. Ya kutsal savaş, Cihat?.. Kâfirlere karşı ilan edilmiş Cihat?.. Bir yazara karşı verilen ölüm fetvası?.. Hiper modern terörizm?.. Kesinlikle delilerin işi, Müslümanların böyle şeyler yapması söz konusu olamaz diyor, imkânsız...

Müslüman olmayan bir kişinin Kuran’ı okumasından ve onun görüşlerini doğrulayacak şu veya bu ayete gönderme yapmasından hoşlanmıyor. Aynı kitapta, davası için kurban olmaya hazır, yeşil saç bantlı silahlı militan, üstünde patlayıcı dolu Hizbullah mensubu, Salman Rüşdi’yi ölüme mahkûm eden Ayetullah Humeyni, Manhattan kuleleri üzerine sivil uçaklarla kendini atan kamikazeler, sivil rehinelerin kafalarını kesen Bin Ladin taraftarları da haklı çıkaracak bir o kadar metnin de bulunduğundan bahsetmemden de rahatsız oluyor. Ona göre sövgü sınırındayım... Ve güneş ateşiyle yakılıp yıkılmış harabe manzaralarının sessizliğine geri dönüyoruz.