DİNDARCA ÖLDÜRMEK - 1965
BİR MİLYON 'KIZIL MÜSLÜMAN' NASIL fetvalarla 6 ayda sistematik şekilde İslama uygun şekilde öldürüldü.
Önde gelen dindar örgütler Komünistlerin kafir/ateist/ sapkın oldukları ve onları öldürmenin ibadet sayılacağı yönünde fetvalar verdiler. Ensar adı altında örgütlenen dindar çeteler ve yatılı dini okullardan toplanan öğrenciler, ordunun dağıttığı listelere göre geleneksel silahlarla (balta, kılıç, bıçak, bambu mızrağı vs.) infazlar gerçekleştirdiler.
Katledilen bir milyon kişi, toplumun en alt gelir düzeyinde bulunan topraksız ve yoksul köylüler, öğretmenler, küçük memurlar, sanatçılar, öğrenciler...............
Katillerin ortak adı ise Santri idi. Santri “dindar” demekti, İslam’ın Ehli Sünnet ve el-Cemaat koluna bağlı olan Müslüman demekti. İslam adına savaşan dindar infaz çeteleri kutlu Ensar adı altında örgütlenmişlerdi. Hedeflerinde erkeklerden çok Komünist kadınlar vardı. İftiraların en büyüğüyle karaladıkları bu kadınlara öldürmeden önce defalarca tecavüz ettiler, karınlarındaki ve kucaklarındaki bebeklerini öldürdüler, akla hayale gelmeyecek işkenceler yaptılar; sağ kalanları seks kölesi olarak kullandılar. Bütün bunları Allah için (!), cihat sevabı umarak yaptılar. Yıllar sonra araştırmacılar ve basın kendilerine mikrofon uzattığında yaptıklarını gururla anlattılar. Arada ezan okununca röportajı bırakıp camiye koştular. Kıyımın faillerinden hiçbiri mahkeme önüne çıkarılmadığı gibi aksine “cezasızlık” yönünde mevzuat değişiklikleri yapıldı.
Dindar örgütlerin rolüne değinen çalışmalar yayınlansa da dindarlığın doğası ve dindarların şiddet potansiyeli konusuna yaklaşabilen olmadı. Çünkü dindarlığın “iyi bir şey” olduğu varsayılıyordu, dindarlar hep iyi insanlardı. Aralarından bazen kötüler çıksa da onlara zaten “dindar” denemezdi, onlara “dinci” denmeliydi.
Bu bölüm biraz teorik ve sıkıcı görünse de dindar faillerin ileriki bölümlerde etraflıca anlatılan eylemlerini anlamlandırmak bakımından önemlidir. “Onlar aslında dindar değil, onlara dinci demek lazım” görüşüne bağlı kalanlar içinse bu bölüm vakit kaybı olacaktır.
Kıyımlara dair kaydedilen tanıklıklar ve kurbanların anlattıkları kan donduracak türdendir. O kadar ki sağ kalanların çoğu tanık oldukları ya da deneyimledikleri dindar şiddet karşısında irtidat edip Hıristiyanlığa geçti. Kıyıma dair belge ve tanıklıklar, dindar şiddetin varıp dayanabileceği pratik bir sınır olmadığını göstermektedir.
Dindarlık, erkeklik ve şiddet üçlüsünü kutsayıp ayet ve hadislerle bezeyen Türkiye’nin ana akım Müslümanları için Endonezya örneğinden alınacak dersler vardır. Komünist kıyımına dair hikayeler karşısında “gerçek İslam bu değil” kolaycılığına sığınmaya devam edecekler için söylenecek fazla söz yok.