Listen

Description

Kürt Kapanı Murat Yetkin

Yirmi yıl kadar önceydi.

İmralı Adası'na getirildiğinin üçüncü günüydü. Savcı Talat Şalk “Nasıl Yakalandın?" diye sorunca, bir çırpıda ağzından dökülmüştü kelimeler:

"Ben de bilmiyorum nasıl yakalandığımı."

Bu yanıttan yirmi yıl kadar önce bağımsız Kürt devleti hedefiyle PKK'yı kurmuş olan Abdullah Öcalan, bu yanıttan yirmi yıl sonra hâlâ İmralı'da hapis yatıyor; on binlerce cana mal olan bir silahlı kalkışmanın sorumlusu olarak ömür boyu hapse mahkûm. Yirmi yıldır 20 metrekarede yaşıyor.

Yok, düzeltelim, yirmi metrekareye geçmesi beş yıl önce, 2014'te oldu.

2014 yılı, “çözüm süreci" adı verilen, PKK [Partiya Karkerên Kurdistan-Kürdistan İşçi Partisi] ile dolaylı görüşmelerin neredeyse elle tutulacak kadar sonuca yaklaştığı bir yıldı.

Suriye İç Savaşı'nın bir yan ürünü olarak 2013'te kurulup, sergilediği cehennemi şiddetle, önüne geleni yutarak ilerleyen IŞİD, Ocak 2014'te Suriye'nin Rakka şehrinden sonra haziranda Irak'ın ikinci büyük şehri Musul'u almış ve Türkiye sınırında, Suruç'un karşısındaki Ayn el Arab, ya da Kobani'yi kuşatmıştı. Hükümet, uyarılara karşı boşaltmakta gecikince IŞİD [ed-Devlet'ül Islamiyye fi 'l-'Irak ve'ş-Şam-Irak ve Şam İslam Devleti] militanları Türkiye başkonsolosluğunu basarak, Başkonsolos Öztürk Yılmaz dahil 49 kişiyi, fidye beklentisiyle rehin almıştı.

İşin doğrusu, Ankara, IŞİD'in şimdiye kadarki selefi İslamcı örgütlerden, hatta El-Kaide'den bile çok farklı bir yapı olduğunu teşhis etmekte gecikmiş, bu yüzden IŞİD'e yardım ettiği eleştirilerine maruz kalmıştı. Belki diğer ülkeler de ilk başta anlayamamıştı ama bir tek Türkiye'nin Suriye ile 911 kilometre sınırı vardı; en büyük riske Türkiye maruz kalıyordu. Nitekim Türkiye tarihinin bir defada en çok kişinin öldürüldüğü terör saldırısınu 10 Ekim 2015'te Ankara Ganı önünde IŞİD yapacaktı; Ankara Katliamı'nda 103 kişi öldürüldü, en az 390 kişi yaralandı. MIT Irak'taki Sünni aşiretleri araya koyarak esirleri serbest bıraktırma yolları ararken, Kobani'yi ziyaret edip dönen HDP eşbaşkanı Demirtaş, seçileli iki ay bile olmamış Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a Kobani'de IŞİD'e karşı PYD'yi destekleme çağrısında bulunmuştu. Çağrı yanıtsız kalınca da HDP, halkı "Kobani ile dayanışma” yürüyüşlerine çağırmıştı. Diyarbakır, Batman, Şırnak, Van başta olmak üzere HDP'liler sokağa dökülmüş, 53 kişinin öldürülmesi, 360 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan 6-8 Ekim olayları böyle başlamıştı. İki yıldır ilk defa kan dökülüyordu. Ve olaylar, Öcalan'ın el yazısıyla yazdığı mektubun Sırrı Süreyya Önder tarafından (uçak korkusu nedeniyle otomobil kullanarak) Kandil'e ulaştırılmasıyla bastırılabilmişti.

Bu ağır bir durumdu: Ankara bütün dünyanın dehşet içinde lanetlediği IŞİD ile mücadele için şartlar öne sürmesinin Batı âleminde yaratacağı tepkiyi hesaplayamamış, ABD'nin zorlamasına maruz kalmıştı.

Aslında daha 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde Demirtaş'ın "Seni başkan yaptırmayacağız” sözlerinden çok önce, diyalog süreci o telefon görüşmesiyle dağılmaya başlamıştı.

Kandil, artık ABD ile müttefik oldukları düşüncesiyle Ankara'ya yeni müzakere çerçevesi dayatmış, Ankara bunu ancak silah bırakma söz konusu olursa görüşeceğini söylemiş, ancak Öcalan'ın 21 Mart Nevruz konuşmasında beklenen silah bırakma çağrısı gelmemişti.

Sonrasını biliyoruz.

ABD, Türkiye'nin bütün itirazlarına karşı PKK'nın Suriye kolu PYD [Partiya Yekîtiya Demokrat-Demokratik Birlik Partisi] ve onun silahlı kolu YPG'yi [Yekîneyên Parastina Gel-Halk Savunma Birlikleri] “kara gücü", bir tür lejyoner birliği olarak ortak aldı. PKK ile ilişkisini perdelemek için ona SDG [Suriye Demokratik Güçleri] gibi paravan bir isim taktırdı. Ve bugünlerde ABD Başkanı Donald Trump'ın Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun da dediği gibi Suriye'den çıksalar bile “boğazlanmalarına izin vermeyeceklerini" beyan ediyorlar.

Nereden nereye değil mi?