Hemen bir soru. Osmanlı devletinin modernite bağlamında bir ideolojisi var mıydı? Buna olumlu cevap veremeyiz, ancak Osmanlıyı ideolojisi olmayan bir sistem de sayamayız. “î’la-yı kelimetullah,” “halife-! zı’llulah”, “halife-i rûyu zemin”, “devlet-i ebed müddet” kavranılan aynı zamanda Osmanlının kendine özgü soyut bir ideolojisi idiler...
Batı gibi aydınlanma süreci yaşamamış Osmanlının bu kavramları fetihçi, dinsel ve gelenekseldir. Geleneksel olanlar örf ve adetlerden geliyor, dinsel olanları da medrese öğretisi üretiyordu. Tebaanın kimlik ve benliği medreselerin ürettiği Şeriata dayalı referanslardı.
Bu bilgiler de fıkıh, hadis, kelam ve tefsir kaynaklıydı. Yani Osmanlı devleti Batı gibi dünyevi/ demokratik bir süreçten geçmemiş, din ve tasavvuf gölgesinde teokratik/feodal çok uluslu bir imparatorluktu.
Enderun mektebi, devşirdiği Hristiyan çocukları Müslüman yaparken, medreseler de Türkleri kendi özünden koparırdı. Osmanlılık böyle bir zihin yapısıydı. İnsanlık tarihi ise sosyo kültürel, bilimsel ve toplumsal alanlarda devamlı evrim geçiriyordu. Eskiden yeniye, kötüden iyiye ve ileriye gidişi ifade eden bu gelişmelere modernite veya modernleşme diyoruz. Modernite, devletin din öncelikli ontolojik varlığının, mutlak belirleyiciliğini kaybedip seküler/laik yurttaşlar toplumuna evrilmesidir.
Kısacası modernite dünya olaylarını pozitif bilgilerle anlama ve akla dayalı bilincin yaratılmasıdır. Sadece Batı modemizmi kimseyi örnek almadan, kendi dinamikleriyle kendini üretmiştir. Diğer adi da akıl çağıdır. Akıl, insanın kafasındaki dağınık bilgiyi tasnif ederek doğruyu anlama ve kanıtlama güçlerinin tümünü ifade eder.