B. Suat Çağlayan'ın yazdığı TARİHİ ROMAN
Oğlumu Çağırın Bana
Hasta yatağındaki yaşlı kadın, doğasındaki hırçınlığı bakışlarına yansıtmamaya çalışan bir annenin ruh hali içindeydi. Görüş alanı içinde kimse olmayınca, başını hafifçe kaldırıp gözleriyle odanın diğer yanlarını taradı. Kimseyi bulamadıysa da oda kapısının açık olması onu rahatlattı. Bu küçük hareketle bile yorulunca başını yeniden yastığına bıraktı. Çok kısa bir soluklanmanın ardından kendini zorlayarak, kısık ve çatallı bir sesle;
“Beni duyan var mı?” diye seslendi.
Uzun süren hastalığı boyunca ona bakan akrabalarından biri, sesini duyarak yanına geldi.
"Hipokrat’ı çağır bana!” dedi. "Ona söyleyeceklerim var!”
Yaşlı kadın, Kos’un en ünlü hekimi olan eşi Herakleides’i yakın geçmişte yitirmişti. Herakleides bir Asklepiades’ti, yani hekimlik tanrısı Asklepios soyundan gelen bir hekimdi. Bu soydan gelen erkekler hekim olma ayrıcalığına sahip olduklarından, Herakleides de oğlu Hipokrat’ı daha çocukluğundan başlayarak hekim olarak yetiştirmeye başlamıştı. Sürekli yanında tuttuğu oğluna, ölmeden önce hekimliğin temel ilkelerini öğretmiş, bağımsız bir hekim olarak çalışabilmesi için onu yeterli bilgilerle donatmıştı.
Herakleides’i yitirdiğinde büyük bir bunalıma giren kadının iyileştirilmesi için herkes seferber olmuştu. Sadece tıp adamı olarak çalışan rahip hekimler değil, otacılar ve uzak ülkelerden getirilen büyücüler de ellerinden geleni yapmış, hiçbiri kadının sorunlarına çare bulamamıştı. Bu yetmiyormuş gibi art arda gelen rahatsızlıklar, onu yatağa daha da bağımlı hale getirmişti.
İşte böylesi bir ruh durumu içinde, hiçbir şeyin fayda etmediğini gören, hasta yatağından bir daha kalkamayacağını anlayan kadın, geride kalan tek varlığı olan oğluna bazı öğütler vermek istiyordu.
Hipokrat'ın içeri girdiğini görünce, içini dolduran mutluluk yüzüne hafif bir gülümseme olarak yansıdı. Hemen küçük bir kaş ve göz hareketiyle odadaki kadını dışarı çıkardı. Yorgun fakat sıcak, sevgi dolu bir sesle;
“Otur oğlum!” diyerek, gözleriyle yatağının kenarını gösterdi. Hipokrat gösterilen yere oturunca, güçsüz elini kaldırıp oğlunun yüzüne doğru uzattı. Hipokrat annesinin işini kolaylaştırmak için onun elini iki eliyle yakalayıp yüzünde gezdirmeye başladı.
"Hipokratım, sevgili oğlum!” dedi yaşlı kadın. "Yaşamın sonuna geldiğimi görüyorum. Bu nedenle seninle biraz konuşmak istedim!”
Hipokrat çok üzgündü. Her ne kadar babası saygın ve becerikli bir hekim ise de, Hipokrat’ı asıl kollayıp koruyan, yaşama hazırlayan annesiydi. Hiç beklemediği bir anda yitirdiği babasının ardından annesini de yitirmek kolay katlanabileceği bir şey değildi. Çocukluğu çoktan geride kalmış olmasına rağmen, hâlâ anne şefkatinin sonsuz koruması altındaydı. Bu büyük sevgi atmosferi sayesinde bütün dertlerinden kolayca sıyrılıyor, annesinin yanında güvenli, huzurlu ve mutlu bir yaşam sürüyordu.
Yaşlı kadın, yer yatağının kenarına oturan oğlundan, başının altına bir yastık daha koymasını istedi. Bu yastıkla yarı oturur bir konuma geçince oğlunun elini elleri arasına aldı. Yüzünde huzurlu bir gülümseme belirdi. Kısa bir dinlenme için yumduğu gözlerinin kirpikleri arasından birkaç aceleci damla inmeye başlamıştı. Yeniden, hiç beklenmedik bir canlılıkla açtığı gözlerinde beliren ıslak ama sımsıcak bakışlarla, sanki sarılmak istercesine oğlunun yüzüne baktı. İki elinin arasında tuttuğu oğlunun elini yüzüne bastırırken, kesik kesik ve zayıf hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
Gözyaşlarını üzerindeki örtünün kenarına sildikten sonra, yeniden Hipokrat’ın yüzüne bakarak;
"Senin mutlu olmanı istiyorum oğlum!” dedi. "Ama bir korkum var. ..................................................
Hipokrat eliyle annesinin başını okşadı.