İçindeyken görememek hakkında konuşuyoruz bu bölüm ve bu şey gibi: Çamura batmışsın bir bataklıktasın ve çıkmak için debeleniyorsun ama canhıraş bir debelenme hali. O bataklıktan çıkmak için bir şeye tutunman ve güç alman lazım, hayatta kalmak için oradan kurtulman lazım bir şekilde. E tabii bir yandan da bataklığın içinde ölüm kalım savaşı verirken, insan göremiyor üzerine ne kadar çamur, pislik bulaştığını. Yani orada geçirdiğin zaman boyunca ne kadar kirlendiğini ve üzerine yapışan lekeleri görmüyorsun çünkü algın orada değil. Malum ihtiyaçlar hiyerarşisi, önceliğin hayatta kalmak. İşte bu kaygıdır varoluşsal kaygı denen şey. Ama kaygı ve panikle, telaşla bir yerlere kaçışıp koşturmaya çalışırken, orada debelenme halinde kendini daha çok batırırsın, bataklıkta dibe çökersin iyice. Oysa bir sakinleşip etrafa baksan, başka bi görme haline geçsen ve neyin içinde olduğunu anlamaya çalışsan, belki de sağlam kökleri olan bir ağacın sarkmış dalına tutunup güç alabileceksin. Ve çıkacaksın o balçık havuzundan. Sonra da "oh be rahatladım, hayattayım, güvendeyim", diyerek; bir anda tüm o zaman boyunca ne kadar pisliğe bulandığını farkedip, tüm o üzerine bulaşan çamuru, kiri pası, yüzüne bulaşan o lekeleri temizlemek için harekete geçecek ve arınacaksın. Nihayetinde de o bataklıktan uzaklaşacak ve kendi yolunda yürümeye devam edeceksin. Önemli olan yolda olmak, yolda başına neler geldiği değil; ama başına gelenlerden çıkardığın anlamlarla yolunu yürümeye devam etmek.
Ve tabii bunu felsefeyle yapmak. Sanırım Beyhan Budak'tan duymuştum bu sözü: Çok fazla psikolojiyle ilgilenmek psikolojini bozabilir, daha çok yaşamak lazım, hayatı kaçırmamak lazım, diyordu bir konuşmasında. Bunu felsefeyle yapmak ve felsefe yaparak yaşamak lazım, diye ekliyorum ben de. Çünkü felsefe, sıkışıp kaldığımız durumlarda, hareket edemediğimiz ya da ne yapacağımızı bilmediğimiz zamanlarda bize anlamlarımızı ve değerlerimizi inşa etmemize yardım ederek, yön duygumuzu geliştirmemizi, rotayı nereye doğru çevirmemiz gerektiğini hatırlatır bize.
O yüzden bu bölüm "iyi ki felsefe" ve "canım felsefe" şeklinde gelişip, bir anda kendimi felsefe överken bulduğum bir bölüm oldu. Geçmişimin izlerini sürüp "ben kimim" sorusuyla hesaplaştığım sırada bana yönümü bulmama yardımcı olduğu için.
Bölümde bahsettiğim podcast yayınını etik olması açısından burada belirteyim: Merdiven Altı Terapi (Deniz Dülgeroğlu) Fakat, ne işin kendisi ne de işi yaratan sevgili Deniz Dülgeroğlu'yla ilgili kişisel bir eleştiri/yorum olmadığını özellikle belirtmeliyim. Bilakis, yaptığı işi çok değerli buluyorum. Türkiye'de terapi farkındalığı oluşturmak ve özellikle bir kadın olarak kendi emeğiyle başarı inşa etmek takdir edilesi. Benim söz konusu eleştirim psikolojizme yani psikolojik süreçlere indirgeme üzerindeydi. Dinleyenler bu detayı kaçırmayacaktır zaten, fakat etik sorumluluk olarak belirtmek istedim.
Bölümde bahsettiğim kitap önerisi, Nermi Uygur-Yaşama Felsefesi ve
Bölümde bahsettiğim araştırmaya ilişkin açıklama: 1938 yılında başlayan ve günümüzde hala süren bir çalışma, ilgilendikleri soru da "Mutlu bir hayatın formülü/formülleri" üzerine düşünen Harvardlı bilim insanları tarafından başlatılmış. (Bu arada 2000 küsür yıl önce bu soruya cevap verenler de filozoflar ve araştırma sonuçları hala felsefecileri doğruluyor biz hala bir şeyleri keşfetmeye çalışıyoruz insanlık olarak, KOCAMAN BİR LOL)
Bu araştırmaya ilişkin sonuçları internette her yerde bulabilirsiniz, çok ünlü bir çalışma zira. Ama ben şu kaynağı önermek isterim ilgilisine: Robert Waldinge, Marc Schulz - The Good Life: Lessons from the World's Longest Scientific Study of Happiness
Sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşçakalın :)