Atatürkçü solu kıran ve gencecik çocukları pusularda, işkencelerde, idam sehpalarında öldüren 1971 ile 80 darbelerini görmüş, yaşamış kuşaktanım. Tam da bu yaşamışlık yüzünden; günümüzde Atatürk’ün adını anmaktan, Cumhuriyet Devrimlerini savunmaktan kaçınan ve hatta Türk dememek için uyduruk Türkiyeli saçmalığına bile sığınan solculuk iddiası; benim gözümde liberal hizipten ibarettir. Temsilcileri de ya kullanışlı ya da düpedüz budala.
Güncel ezbere uyan tatlı sol kanatta, ezber bozan tek şekersiz oluşum, Türkiye Komünist Partisi’dir. TKP, Cumhuriyet Devrimi diye nitelediği ilerici kazanımlara oldum olası sahip çıkar, Atatürk’ü anar ve eylemlerinde (liberal solun taşımadığı) Türk bayrağını dalgalandırır.
TKP, tutarlılığını son kongresinde dev bir adımla öne çıkardı “CHP ve Kürt siyasetinden uzaklaşamamış Türkiye soluyla ilişkimizi kesiyoruz” açıklamasıyla heyecan yarattı.
Yazar ve yayımcı Haluk Hepkon’un bu cesur açıklamadan sonra TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’la yaptığı uzun söyleşi “Cumhuriyet ve Komünistler” başlığıyla kitaplaştı.
Her satırını dikkatle okuduğum ve okudukça umutlandığım bu kitaptan bir alıntıyı dikkatinize sunuyorum. İtalik dizili tümceler Haluk Hepkon’a, diğerleri Kemal Okuyan’a aittir:
Her şeyin değiştiği bir dönem yaşıyoruz. Antonio Gramschi’nin deyimiyle “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarlar zamanı”. Kavramlar da değişiyor. Belki iyi ve uyumlu olabilecek bir kavram bile, gerekli müdahaleler olmazsa, bir tür canavara dönüşebiliyor ya da tam tersi...
Örneğin neye dönüşebilir? Bu kurtlar sofrasında, emperyalizm varken Türkiye bağımsız bir kimlikle yoluna devam etmeli. Kulağa güzel geliyor, değil mi?
Ama buradan, başta çok sert muhalefet yaptığı AKP’nin Yeni Osmanlıcılığına eklemlenenler oldu. AKP’nin bir antiemperyalist projeye dönüştüğüne ilişkin bir kanı geliştirip oraya eklemlenmeye çalıştılar. Bu tehlikeli. Niye tehlikeli? Çünkü AKP de bir şeyi farketti bu süreçte: AKP Atatürkçülükle baş edemedi.
Edemedi mi?
Edemedi. Bir açıdan yendi, karşıdevrim sürecinde epey yol aldı ama yok edemedi. Tam tersine, Atatürkçülüğü yok etmeye dönük her hamle Mustafa Kemal’in temsil ettiği değerlerin ağırlığını artırdı bu ülkede. Gezi’de de gördük, bu ülkede insanlar bir olguyu protesto edeceklerse tutunacakları tek birleştirici unsur var, o da Mustafa Kemal.
Şimdi bunu dönüştürmeye çalışıyor, AKP. Hatta parti içinde şu anda bir tartışma var. Kemik bir İslamcı kesim “Biz Atatürkçülüğü de içerelim derken paçayı kaptırdık. Kendi değerlerimize sırtımızı döndük” diye yakınıyor.
Bu aslında Cumhuriyet Devriminin Türk toplumu içerisinde ne kadar güçlü olduğunu gösteren bir olgu. Bu kadar tarikat baskısı, gerici uygulama, zorunlu din dersleri falan Fransa’da olsa; Fransızların önemli bir bölümü Nakşibendi olurdu herhalde...
Bu konuda solun ezberi, “Bu durum resmi ideolojinin gücünü gösteriyor” biçiminde. Alakası yok. Türkiye’de bir dönem, bıktırırcasına bir resmi Atatürkçülük pompalandı, bu inkâr edilemez. Ancak bugün toplumun geniş bir kesiminde Mustafa Kemal’in bir tutamak noktası haline gelişininin “resmi ideoloji”nin dayatma ve yönlendirmesininin çok ötesinde boyutları var.
Resmi bir Atatürkçülük kaldı mı ki artık?
Hayır, dağıldı. Bütün referansların sarsılması sorunu, Atatürkçülüğü de kapsıyor. Resmi bir Atatürkçülük yok. Herkesin kendi Atatürkçülüğü var. Attilâ İlhan, “Hangi Atatürk” kitabını şimdi yazsaydı, herhalde sekiz ya da dokuz cilt yazmak zorunda kalırdı.
Haluk Hepkon’un Kemal Okuyan’la söyleşisi, iktidarın İBB’ye yönelik 9 Mart operasyonundan önce yapılmıştı. Ekrem İmamoğlu ve ekibi haksız hukuksuz tutuklandıktan sonra “Cumhuriyet ve Komünistler” kitabının her satırı önem kazandı. Kemal Okuyan’ın Atatürk’e ilişkin “birleştirici tek unsur” saptamasını da bizzat CHP yönetimi doğruladı!