Listen

Description

İran’a saldırı aslında çok da şaşırtmadı, adım adım taşları döşenen, başta ABD, İsrail basını olmak üzere son aylarda iyice dillendirilen felaket senaryosuydu. Filistin’i yerle bir ederken uluslararası toplumda öyle aman aman bir tepki görmeyen İsrail, pimini çektiği bir bombayı daha bölgeye fırlattı, İran’a saldırıyı başlattı. Netanyahu’nun adı yolsuzluk haberlerine battıkça simit gibi sarıldığı İsrail aşırı sağının ve tüm bu cephelerin ABD’deki yapısıyla birleştiği Evangelist kafanın hedefi gizli saklı değil. İçinde dini, ekonomik, siyasi etkinlik soslarıyla harmanlanan bölgesel bir güç mücadelesinin hesapları var. 

Kaotik Ortadoğu coğrafyasında istihbarat gücüyle bilinen İsrail, Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Şii milis gruplar, Yemen’de Husiler’e yönelik son dönemde ölümcül darbelerini üst üste yaşama geçirdi. Şüpheli bir helikopter kazasında cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanı ölen, misafir ettiği Hamas liderine İsrail suikastını engelleyemeyen zayıflamış bir İran yönetimi tablosu ortadaydı. Sonunda da İsrail, tüm bu yapıların güç merkezi olarak gördüğü İran’ın kalbine yöneldi. Her ne kadar ABD konuya biraz mesafeli imaj çizse de İsrail’in İran planının, Trump yönetiminin dışında şekillendiğini söylemek saflık olur. 

Unutmayalım ki bugün “Hâlâ nükleer görüşmelere dönülebilir, İsrail-İran ateşkesi olabilir” gibi yaklaşımlar gösteren de ilk dönem başkanlığında İran’la yapılan uluslararası nükleer anlaşmadan ülkesini çeken de Trump’tır. 

İsrail’in saldırısı, İran’ın karşılığı derken Ortadoğu’da alev sönmüyor. Artan sivil kayıplar, nükleer tehdit, enerji piyasalarındaki dalgalanmalarla dünya nefesini tuttu, kaygı büyük. Tel Aviv’in hedefinde İran rejimini devirme arayışı da var. İşin içinde İsrail’i bölgede jandarması olarak gören ABD ile İngiltere’nin bulunduğu yorumları çokça. “Savaşları bitireceğim” sözüyle oy toplayan ABD başkanı, İngiltere’de yıllar sonra iktidara gelen İşçi Partisi’nin başbakanı... İkisinin birbirinden farklı söylemleri olması beklenebilir ama öyle mi gerçekten?... İşte bu noktada akıllara ABD’nin Irak işgali ve buna destek veren İşçi Partili Blair yönetimi geliveriyor. O dönemlerde neler denmişti: “ABD demokrasi götürecek. Irak’ta kimyasal silahlar var.” Yıllar gerçekleri acı şekilde gösterdi. 

Kuşkusuz İran’daki molla rejiminin acımasızlığı, kadınlara, gençlere yönelik ölümcül baskıları bilindik. Nükleer faaliyetleri gerekçesiyle uluslararası yaptırımlar altında ekonomi yerle bir. İran halkında yönetime tepki büyük. Mossad, CIA gibi istihbarat yapılarının İran’a sızmasında ülkede her anlamda yaşanan çöküşün etkisi var. Ama tüm bunlar tarihin kadim medeniyetlerinden biri olan İran’da halkın çoğunluğunda, “Ülkemizi bombalasınlar, işgal etsinler” gibi bir tutum da yaratmaz. Hatta tükenen rejime İsrail saldırısı bir süre daha can suyu olabilir. Ama orta vadede süreç nasıl ilerler orası belirsiz. Yaklaşık 90 milyonluk nüfusuyla Farslar, Azerbaycan Türkleri, Kürtler, Beluçlar gibi farklı toplumsal mozaikle birlikte İran; Irak, Libya, Suriye’de gördüğümüz şekilde emperyalistlerin böl-parçala planlarının hedefi olabilir mi? Dini lider Hamaney ve rejimin koruyucusu devrim muhafızlarının etkinliği azalarak şu anki cumhurbaşkanı, Türk kökenli Pezeşkiyan gibi reformcu kanat yönetimde güçlenip, Batı ile ilişki kurabilir mi? Batı’daki İran diasporası kendi içinden bir liderlik yaratabilir mi? 

İsrail, Pandoranın Kutusu’nu açmak için bastırıyor. ABD, İngiliz üslerine ev sahipliği yapan Sünni Körfez monarşileri her ne kadar Şii İran etkisini kırmak istese de İsrail’in pervasızlığının gün gelip kendisine dönebileceğinden kaygılı. ABD ise bir yandan bölgedeki düşmanlıkların sürmesiyle savunma sanayisini beslemekten memnun.