Look for any podcast host, guest or anyone

Listen

Description

Dün bu satırları yazarken Meclis’in “kapalı toplantı”sının hazırlıkları başlamıştı. Meclis’in toplantıları genel kural olarak açıktır. Bu “açıklık” anayasanın 97’nci maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarında şöyle ifade edilir: “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki görüşmeler açıktır ve Tutanak Dergisi’nde tam olarak yayımlanır.


Meclis’teki açık görüşmelerin, o oturumdaki Başkanlık Divanı’nın teklifi üzerine Meclis’çe başkaca bir karar alınmadıkça, her türlü vasıta ile yayını serbesttir.” Kapalı oturumlarla ilgili fıkrada ise şu kural belirtilir: “Türkiye Büyük Millet Meclisi, iç tüzük hükümlerine göre kapalı oturumlar yapabilir. Bu oturumdaki yayımı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararına bağlıdır.” Bu fıkra da bu cümlesiyle kapalı görüşmelerin yayınının ne zaman, nasıl mümkün olacağının belirlenmesini Meclis’in kararına bırakıyor. Bu, diğer demokratik ülkelerin bazısında uygulanan bir usuldür. Bazısı, yayımlanma süresi için genel bir kural koymuştur. En az 10 yıl, 20 yıl sürecek bir “gizlilik” döneminin geçmesini öngörür. Mesela İkinci Dünya Savaşı sırasındaki bazı parlamento görüşmelerinin ilk yayımlanışı, o sürelerin geçmesinden çok sonra mümkün olmuştur. Bizde ise bu toplantı için 10 yıllık kapalılık süresi uygulanacaktır. Tabii bizdeki kapalılık ve süresinin ne kadar isabetli olduğu ancak görüşmeler başladıktan sonra, o toplantıya katılan milletvekilleri tarafından görülecektir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in belirttiği gibi, eğer kapalı oturumda verilecek “bilgi”ler, bugün savaş alanlarından ve diplomatik merkezlerden gelip de herkesin radyolardan, televizyonlardan, gazetelerden, internetten izleyebileceği haber ve yorumların özetlerinden ibaret değilse ve o “bilgi verme” süreci, sadece “İşte biz Meclis’e bilgi verdik” demek için düzenlenmiş ise bunun demokrasi alanındaki ihtiyaçlarımıza önemli bir katkısı olmayacağı açık. Tabii konuya, iyimser bir görüşle bakmaya çalışırsak “Gene de ülkemizde bir Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin varlığı hatırlandı. İnşallah arkası gelir” diyebiliriz. “Arkası gelir” derken Türkiye Büyük Millet Meclisi’mizin bugünkü yönetim sistemimizin içinde de sorumluluğu altında kalan daha birçok konu var. O sorunların hızla büyüdüğü ve arttığı ortada. Ve o sorunlarla ilgili katkılarda ve eleştirilerde bulunmak, o alandaki çalışmaları denetlemek görevi de bugün pek çok anayasa değişikliği ve fiili değişiklikler yapılmış da olsa gene Meclis’imizin görevi.


Ülkemizde, Meclis’e bilgi verme ihtiyacını her zaman duymasalar da hâlâ 20’den fazla bakan var. Dışişleri bakanının da politika alanında dün kapalı oturumda vermiş olacağı bilgiler, şimdilik kapalı oturumda kalsa bile, öteki bakanların da, “Ben de bilgi vereceksem, kapalı oturumda veririm” diyecek durumları yok. Mesela milli eğitim bakanı... Okulların tuvaletler dahil, iç temizliği bile aşılması kolay olmayan bir sorun haline geldi. Eğitimin, hele ilköğretimin, en azından devlet okullarında ücretsiz olması Cumhuriyetin ilk günlerinden beri anayasal bir kural olduğu halde, velilere yüklenen masrafların giderek -üstesinden gelemeyecekleri kadar- yükseldiği ortada. Devlet okullarının imkânları açısından eşitliğinin ortadan kalktığının, bazılarının daha imtiyazlı hale getirildiğinin örnekleri de birbirini izliyor. Başta Boğaziçi Üniversitesi olmak üzere, yükseköğretimde de öğretim elemanlarına ve öğrencilere baskı örnekleri de öyle.


Başında “milli” sıfatı bulunan iki bakanlığımızdan biri olan Milli Savunma Bakanlığı’nın eğitim kuruluşlarından mezun olanların diploma törenlerinde, Atatürk’ün anılmasına, iktidardan tepkiler ve tahkikat açma niyetleri işitiliyor. İçişleri Bakanlığı’nın alanına giren güvenlik önlemlerinin İstanbul’un ana merkezinde bile yeterli olmadığı görülüyor.


* Bu köşe yazısı, yapay zeka tarafından seslendirilmiştir. ⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠⁠https://www.cumhuriyet.com.tr/