Look for any podcast host, guest or anyone

Listen

Description

Adına “muzzle velocity” diyorlar.

Deyimi siyasi jargona sokan isim Trump’ın “karanlık prensi” Steve Bannon.

II. Trump döneminde son dört buçuk ay içinde yaşananlara anlamlandırmak için “siyaset” ile “namlu/ kurşun hızı”nın nasıl bir araya geldiğini kavramak şart.

“Günün muhalefet partisi, medyadır” diyor Steve Bannon; “Medya ne var ki aptal ve tembel olduğundan, bir anda tek şeye odaklanabilir. Medyayı bu itibarla sürekli ‘eş anlı’ gündem bombardımanında tutmak gerekir. Medya bir konuyla uğraşırken, diğer gündemleri art arda dayatmak işten değildir. Böylesine çok yönlü bir bombardımanın sonunda yayın organları, hangi konuyla uğraşacağını şaşıracağından biz de taktak- tak (‘bang-bangbang’) işimizi görürüz. Çekiç darbeleri indirircesine, bir birine eklemlenen hamlelerle gündemi yönlendiririz.”

Muhalefet ve medyayı kurşun hızıyla sersem eden gündem bombardımanıyla teslim alarak, manşetler üzerinde tahakküm kurmak...

Ve öteki mahalleyi baş kaldırıp olanları layıkıyla izleyemez, anlayamaz hale getirene değin afallatmak.

Bannon’ın söylemlerinden bu stratejinin, post-modern otoriter yönetimler için masada düşünülmüş, ölçülmüş, biçilmiş bir “büyük teslim alma operasyonu” olarak tasarlandığını anlıyoruz.

Demokrasilerde alışılagelmiş ikna, rıza üretme çabalarının çok ötesine geçen ve “kurşun” metaforuyla anlatılan alabildiğince sert bir “ezip geçme” hamlesinden bahsediyoruz- ki bunu “yeni darbe türü” olarak tanımlayanlar da var.

Türkiye’nin kendi “kurşun hızı” bombardımanından burnumuzu kaldırıp, ABD’nin “namlu hızı operasyonları”na baktığımızda, ciddi ve tarihi bir “takvimi geri çevirme ya da geri alma” atılımı ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.

Nereye varacağı belli olmayan tarife savaşlarıyla korumacılık duvarları ardına dönme çabaları; denge-denetim mekanizmalarını silme girişimleri ve en fenası eleştirel düşünce ile akılcılığı tamamıyla iğdiş etme, toplum dışı etme düşleri...

Beyaz Saraya dönüşünden bu yana sonsuzluk gibi gelen 120 gün içinde Trump yönetimi akla hayale gelmeyecek işler yaptı. Ama ağır hasar veren en “kurşun hızı” icraatleri, eğitim bakanlığının kaldırılması ve de Harvard’ın da aralarında bulunduğu, ülkenin en sağlam üniversitelerinin kuşatılması oldu.

Hukuk devleti bir dönem sonra tamir edilebilir...

Tarifeler, ekonomik altüst oluşlara yol açsa da, tekrar dengelenir.

Ama “akılcı düşünceye” açılan savaşla baş etmek ve fabrika ayarlarıyla oynanmış, bozulmuş bir toplumda yeniden “eleştirel düşüncenin” ana sütunlarını yerine koymak kolay değil.

Trump malum Harvard’ı bir numaralı hedefi yaptı. Kampustaki yabancı öğrencilerle öğretim görevlilerinin tez zamanda kapı önüne konmasını buyurdu. Yargıç kararıyla bu girişim durduruldu durdurulmasına ama Harvard’a açılan cephe, tüm üniversitelere gözdağı veren bir “emsal vaka” oluşturdu.

Harvard’ın sadece Harvard’dan ibaret olmadığını ifade eden Harvard’lı tarih profösörü David Armitage, Trump yönetiminin en çekindiği şeyin “eleştirel düşünce” ve MAGA ideolojisine boyun eğmeyen bir “sivil toplum” olduğunu söylüyor.

İktidar boyunduruğuna girmeyen medyanın yanısıra hukuk büroları ile liberal fikirlerin tonunu belirleyen üst düzey Ivy League üniversitelere savaş ilan edildiğinin altını çizen Armitage, Trump’ın amacının özgür ifadeyi yekten yok etmek olduğunu, üniversitelerin araştırma ve veri dayalı özgür düşünce, eleştirel muhalefet üreten merkezler olmaları hasebiyle Trump’ın menziline girdiklerini ifade ediyor.

2017-2021 döneminde Beyaz Saray’a -“dezenformasyon güzellemeleri” şeklinde tanımlayabileceğimiz- “alternatif gerçekler/posttruth” depremi ile giren Trump ve çevresi öyle anlaşılıyor ki 2. dönemde “gerçek algısını” külliyen yok etmeye uğraşıyor. Verilerden, kuşkulardan ve sorudan hoşlanmıyor; araştırma/araştırmacı hiç sevmiyor; gerçekle iştigal eden habercilerle bilim yuvalarını damardan “düşman” sayıyor.