Look for any podcast host, guest or anyone

Listen

Description

CHP seçmeninin desteğiyle belediye başkanlığı koltuğuna oturma hakkı kazanan bazı isimlerin geçen hafta AKP saflarına katılmasıyla siyasetteki ahlaki çöküntü ve çürüme tartışmaları bir kez daha gündeme geldi. Kuşkusuz yaşadıklarımız siyasette ilk kez görülen yanardönerlikler değil. Tarih bu gibi siyasi cambazların kara mizah hikâyeleriyle dolu. Bazılarımız, “Neden şaşırıyorsunuz, kral çıplak öyküsü gibi şakşakçılar bugünler için” diyor. Devamında, iktidarın CHP’li isimlere yönelik operasyon üzerine operasyon yaptığına, artan baskı iklimine, “yandaş-itaat eşittir, çıkar kültürü”nü yaygınlaştırma çabalarına işaret ediyor. “Sandıktan alamadıklarını bu şekilde alma yoluna girdiler, baskıyı daha da tırmandıracaklar” diye, CHP kurultay davası sürecine atıfla 15 Eylül’ü gösteriyor.

Ancak tam da bu noktada şaşırmaya, tepki göstermeye de devam etmek gerek. Çünkü alışmak, normalleştirmek demek bizi çaresizce kabullenişe hapsetmeye çalışanların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz. Bu ülke hepimizin olduğuna göre yanlışa yanlış demek, demokratik, laik, hukuk devletini savunmak o, bu, şu parti seçmeni demeden toplumsal birlikteliği şart kılıyor.

Yerel seçimlerden birinci çıkan CHP’nin yıllar sonra seçmen desteğini kazandığı il ve ilçelerde, iktidar cephesinin sandık dışı farklı yollarla yeniden yerel yönetime gelme çabası demokratik ilkeler, toplumsal vicdan, etik, ahlaki bakış açısından sorunludur. Sandıktan alamadığı oyun kaynağının ne olduğunu unutmak, millet iradesini görmezden gelmek, demokrasinin ne olduğunu da unutmaktır. Türkiye olarak kuşkusuz zor, çetin bir dönemden geçiyoruz. Ahlaki çöküntüyü sadece siyasette değil, toplumsal yaşamın her yerinde görmek mümkün. Güçler ayrılığı ilkesinde terazi dengesizleşirken “Herkes yapıyor, yolunu buluyor, yapanın yanına kâr kalıyor” erozyonu derinleşiyor. Kuralsızlıklar hayatın her noktasında. Geçenlerde yaşadığım günlük hayatın içinden bir olay bile bunun küçük bir örneği. Şehrin işlek semtlerinden birinde kaldırıma ayağımı atmamla birlikte karşımda genç bir çiftin binmeye hazırlandığı, manevraya başladığı motosikletle burun buruna geldim. Özür bekleyip burası kaldırım diyecek olduysam da anında aldığım yanıtla dondum kaldım: “Nereye bırakacaktık, alışverişe geldik, zaten yaya geçidinin oraya da bırakmadık, daha ne istiyorsunuz? Bakın herkes dizi dizi bırakmış, bize mi söylüyorsunuz, gidin onlara söyleyin!”

Kafamı döndürdüm gerçekten de kaldırım cadde boyunca motosiklet parkı gibi. Genç arkadaşların bir söylediğime milyon yanıtı karşısında haklılar mı acaba, kaldırımlarla ilgili yeni bir düzenleme geldi de haberim yok mu diye kendimle çelişkiye düştüm. Üşenmedim 155’ten ilgili trafik birimini aradım. Neyse rahatladım, yok değişmemiş, kaldırımlar halen yayaların!

Toplumda en tepedekilerden örnekler kötüleşirse ne olur sorusunun yanıtı tüm siyasiler açısından önemli bir sorumluluk gerektirir. Yasaların uygulanmadığı, denetimin olmadığı, etik-liyakatin, vicdanın hiç edildiği noktada ulusal birlik ruhunun yara almaması, güven duygusunun devamı mümkün mü?

CHP’den iktidar kanadına topuklayanların arasında kadınlar da var. Kadınlar olarak her zaman yaşanan ayrımcılıklardan, şiddet kültüründen, “cam tavanların” kırılmasından, eşit haklardan söz ediyoruz. Sorunlarla mücadeleye işaret ederken Atatürk Cumhuriyetinin bir kadın hakları devrimi olduğunu vurguluyoruz. O zaman iktidar kanadında olan kadınlara da çağrı yapalım buradan. Diyanet’in giyim kuşamdan sonra, miras hakkı konusunda kadınları hedef alan çıkışlarına karşı ne zaman sesinizi yükselteceksiniz? Meclis’teki, demokratik sivil toplum örgütlerindeki, yaşamın her alanındaki kadınlar birleşip Diyanet’e sınırını hatırlatmalı. Sakın ola Diyanet’tir, işi dini konularda bilgi vermektir falan diyen, kadına baskıyı normalleştirmeye çalışanlara da kanmayın. Diyanet’in işi laik, hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkelerini, Medeni Kanunu yok saymak değildir.

SANDIKTAN ALAMADIĞI OY...KADIN VEKİLLER ORTAK SES VERİN